İmam Aygün

Cesedi Seyhan Baraj Gölünde bulunduğunda 1 aydır kayıptı. Adana'daki evinden bir sabah çıkmış; bir daha da görünmemişti. Bir ay sular altında yatan bir ceset nasıldır? Gölde bulunan ceset ne haldeydi; otopsisini kim yaptı, otopsi raporuna ne yazıldı, cenazesi nereye gömüldü, defin merasimine kimler katıldı? Bu soruların cevabını bilmiyorum.
Yerel gazeteler ''Gölde bir ceset bulundu. Kimliği henüz tam olarak tespit edilemeyen cesedin; bir ay önce kayıp olan eski terörist ve müebbet mahkum İmam Aygün'e ait olabileceği düşünülüyor'' gibi bir haber yazmıştır mutlaka. Ama ben o gazeteleri görmedim.
Evrensel Gazetesi kısa bir haberle duyurmuştu İmam Aygün'ün ölüm haberini. Eee ne de olsa eski bir yoldaştı. Her ne kadar İmam Aygün vaktiyle Halkın Kurtuluşu adlı gazete çıkaran bu çevreyle daha baştan ters düşmüş, onlarla yıldızı barışmamışsa da tüm THKO'luların daha henüz THKO'lu oldukları zamanlarda birlikte davranmışlardı.
THKO’lular daha henüz cezaevindeyken örgütü toparlamak amacıyla bir grup arkadaşıyla yola çıkmıştı. Bunun için üniversitedeki öğrenimini devam ettirmemiş; okuldan ayrılmıştı. Sene 1973'tü. Önemli kadrolarının çoğu cezaevlerinde olan THKO'nun yakalanmayan ya da deşifre olmayan militanları birbirlerinden kopuk olarak şurada burada yeraltı faaliyetleri yapıyorlardı. Avni Gökoğlusınırı geçmeye çalışırken şehit olmuştu. Bir grup THKO’lu (''Samandağ Gerillaları'')Samandağ'dan giriş yaparken yakalanmıştı. Bir grup Sofya'ya uçak kaçırmış; başka bir grup Kara Kuvvetleri Komutanı'nı kaçırmaya çalışmış; eylem yerinde Niyazi Yıldızhan'ı şehit vermişti.
74 Affı cezaevlerinden serbest bırakılanlarla dışarıdaki dağınık grupların bir araya gelip THKO'yu yeniden örgütlemesine fırsat yaratmaktaydı. Fırsatı değerlendirdiler. Kendi aralarında bir Geçici Merkez Komitesi kurdular ve örgütü toparlamak için faaliyetlere giriştiler.
Yola çıkmak ve yürüyüşü sürdürmek için zaruri ihtiyaçları karşılamak gerekir. Napolyon bile bir savaşı kazanmak için en gerekli üç şeyin ''para, para, para'' olduğunu söylemişti.
İlkin Türkiye İş Bankası Acıbadem Şubesi soygunu yapıldı. Soygunculardan birinin İmam Aygün olduğu tespit edilmişti. İmam dayı, biz Malatya E Tipi Cezaevi'nde kendisine böyle hitap ederdik, o günden sonra kaçağa düştü. Sonra bir grup arkadaşıyla aynı bankanın Ceyhan şubesi soygununu yaptı. 10 Kasım 1974 tarihli Milliyet Gazetesi soygunculardan birinin İmam Aygün olduğunu, banka personelinin fotoğraflarından onu teşhis ettiğini yazıyordu.
İmam dayı ve yoldaşları birkaç gün sonra jandarmaca kuşatılıp yakalandılar. Zamanın Milliyet Gazetesi bu olayı şöyle haber ediyordu:
Milliyet, 15.11.1974
Banka Soyguncuları Silahlı Çatışma sonunda yakalandı
Ceyhan İş Bankasını soyanlar, Kahramanmaraş'ın bir köyünde yakalandı.
Ceyhan, Muzaffer Bal bildiriyor
İş Bankası Ceyhan şubesini silahlı baskın yaparak soyanlardan beşi daha, önceki gece Kahramanmaraş'ın Göksun ilçesinde silahlı çatışma sonunda yakalanmışlar ve ilçeye getirilmişlerdir.
Jandarma Alay Komutanı Yarbay Muhsin Öztürk komutasındaki güvenlik kuvvetleri soyguncuları önceki gün saat 15 sıralarında Göksun'a bağlı Karaçamurlu Köyü'nün Ortatepe mevkiinde çembere almışlardır. Güvenlik kuvvetleri yavaş yavaş çemberi daraltmış ve saat 20'de soyguncuların kaçmaları imkansız duruma gelmiştir.
Ancak, sanıklar Yarbay Muhsin Öztürk'ün,"Teslim olun!'' çağrısına ateş ederek cevap vermişlerdir. Böylece silâhlı çatışma başlamıştır. Soyguncular, güvenlik kuvvetlerine karşı tabancayla ateş etmişler ve el bombası kullanmışlardır. Saat 21.30 sıralarında soyguncuların mermileri çok azalmış ve güvenlik kuvvetleri karşısında direnme imkanları kalmamıştır.
Güvenlik kuvvetleri Akçadağ ilçesinden olan Mehmet Şahin, İmam Aygün, Hasan Kırteke ile Adana'nın Karataş ilçesinden Mahmut Nedim Çiğdemal ve Ali Büyükyiğit'i 7 Kasım'dan beri devam eden takip sonucu ele geçirmiştir. Sanıkların üzerinde 5 tabanca, 1 el bombası ile İş Bankası'ndan aldıkları 262 bin liranın 105 bin lirası ve 807 Mark çıkmıştır.
İmam dayının hapishane yolculuğu böyle başladı. Yargılanma esnasında arkadaşlarıyla birlikte ''Devlet Güvenlik Mahkemesi''ne tavır aldı, bu mahkemeyi ''tanımadı''. İdam istemiyle yargı karşısına çıktıklarında hepsi birden ''Biz ancak Kurulacak bir Halk Mahkemesi karşısında ifade verir, savunmalarımızı yaparız'' dedi. Bu mahkeme Milliyet Gazetesine şöyle yansıdı:
Milliyet, 04.12.1974
Banka soyguncuları Halk Mahkemesinde yargılanmalarını istedi
Adana, Özel
Ceyhandaki Türkiye İş Bankası Şubesini soyanların Adana Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde yargılanmalarına dün devam edilmiştir. 9'u için idam istenen 7 sanıktan İmam Aygün, Hasan Kırteke, Mehmet Şahin, Mahmut Nedim Çiğdemal, Ali Büyükyiğit ve Mahmut Çakır, ''Devlet Güvenlik Mahkemelerinin anayasal bir kuruluş olmadığını, bu mahkemeye karşı bir şey söylemeyeceklerini ve savunmada bulunmayacaklarını'' söylemişler. ''Biz ancak Kurulacak bir Halk Mahkemesi karşısında ifade verir, savunmalarımızı yaparız'' demişlerdir.
İmam dayı cezaevine düştükten kısa süre sonra THKO üçe bölündü. Örgütü canlandırmak amacıyla yapılan ilk toplantılarda THKO'nun stratejisinin değiştirilmesi gerektiği konusunda eski kadroların çoğunluğu mutabık kalmıştı. Fakat THKO'nun Hüseyin İnan tarafından çizilen stratejisi ''Türkiye Devriminin Yolu''na bağlı kalanlar, bunu kabul etmemiş, ayrılmışlardı. Onlar gittikten sonra kalanların balayıları fazla sürmedi. İkinci bir ayrışma gündeme geldi. Örgüt adına çıkan illegal merkez yayın organı ''Yoldaş'', üçüncü sayısında ''Sovyet - sosyal emperyalizmi'' teziyle örgütün önüne yepyeni bir rota dayatmaktaydı. Bu grup THKO'nun sahip olduğu potansiyelin çok büyük kısmını ve THKO'nun ''adını''; imkanlarını, malzemelerini, kısaca neyi varsa hemen hemen hepsini aldı götürdü. Küçük bir grup ise bu cezaevi aşısı yemiş acar ''Maocu''ların Sovyet sosyal emperyalizmi tezini reddetmiş; THKO MB adıyla devam etmekteydi.
İmam dayı THKO'lu olarak içerde yatıyordu. Kendisine fikrini soran oldu mu, olduysa ne cevap verdi; bilmiyorum. O cezaevinden bu cezaevine gönderip duruyorlardı. Malatya E Tipi Cezaevi'nde karşılaştığımızda İmam dayı ''bağımsız devrimci''ydi. Halkın Kurtuluşu'ndan TDKP'ye evrilen kesimden haz etmiyordu. O THKO'luydu, THKO’lu olarak girmiş, öyle kalmıştı. Ancak THKO'nun orijinal çizgisini sürdüren TDY’li de değildi. Kendisini TKEP - KKP'ye daha yakın hissediyor; THKO bayrağını bu grubun devraldığını düşünüyordu. Birgün Hüseyin İşli'ye ''Biliyor musun sizin ideolojik, politik duruşunuz iyi de bir eksiğiniz var.'' demiş; H. İşli ''Eksik olan nedir?'' diye sorunca ''İyi bir askeri komutanınız yok'' diye cevaplamıştı. H. İşli ''Olur mu, İmam dayı, komutanımız sensin, senden daha iyi komutan mı olur? Esirsin diye komutanımız saymayacak mıyız'' deyince ''Haa, o zaman oldu işte'' demiş; sonra köşesine çekilmişti.
İmam dayı uzun yıllar hapiste yattığı ve özellikle değişik cezaevlerine sevkler sırasında ağır işkencelere uğradığı için psikolojik olarak rahatsızlanmıştı. Asker, polis, gardiyan gibi ''Tanrı yaratıkları''ndan nefret ediyor; üstüne vardıkları, ona baş eğdirmek, itaat ettirmek istedikleri zaman karşı koyuyor, direniyor, küfrediyor, saldırıyordu. O yüzden her gittiği yerde gardiyanlardan öldüresiye dayak yiyor; günlerce kendine gelemiyordu. Kendisine yardımcı olan ''örgüt''ü yoktu; ailesinin imkanları kısıtlıydı: O yüzden içerde maddi olarak da çok sıkıntı çekiyordu.
İmam dayı cezaevlerinde duygularını düşüncelerini defterlere döküyordu. Ama bunların çoğu koğuş aramalarında, çeşitli direnişlerden sonra mutat hale gelen baskınlardaki talan ve tahribatlarda yok edildi. Bir kısmını da bunalımının depreştiği zamanlarda kendisi imha ediyordu. İmam dayının yazılarından, şiirlerinden, anı ve hikayelerinden, özel resim ve fotoğraflarından geriye çok az şey kaldı.
İmam dayı, sevdiğini tam sever, değer verirdi; ama sezgilerinin uzak durmasını fısıldadığı kimselerden gıcık alırdı; onlara yaklaşmazdı. 1986 Haziran'ında kendisi Malatya E Tipi Cezaevi’ndeyken KKP'ye vurulan polis darbesini; bir süre önce tahliye olan TKEP tutuklusu Fevzi hocanın çekirge gibi oraya buraya sıçrayıp peşine polis takmasına bağlamıştı. ''Çocuklar ne güzel çalışıyorlardı, diye hayıflandı İmam dayı, ama aha bu puşt zırt oraya girdi, pırt buraya girdi çocukları deşifre etti, yakalattı namussuz'' demişti Hüseyin İşli'ye.
İmam dayının cezaevlerinde neler çektiğini, onunla birlikte yatanlar daha iyi bilirler ve eminim birileri anılarında İmam dayıya daha geniş yer verecek; isminin hafızalardan silinmemesini sağlayacaktır. Fakat bugüne kadar maalesef eski devrimci cezaevi ve dava arkadaşlarının İmam dayı hakkında kapsamlı bir yazısına, varsa bile, rastlamadım. Yine de kimi ''mecnun''ların, ''intihar sevicileri''nin ve İmam dayıyla ilgili bilgileri bu kaynaklardan devşiren Kürecikli devrimcilerin sayfalarında İmam dayının adı yer alıyor. Bunlar peşinen İmam dayının ''intihar'' etmiş olduğunu varsayıyorlar ve bu ''intihara'' övgüler dizip, ''intiharı'' ile onu yüceltiyorlar. Böylece de aslında gerçek İmam Aygün'ü öldürüp kendi hayali İmam Aygünlerini canlandırıyorlar.
İmam dayının intihar edip etmediği aslında bir muammadır. İmam dayıyı tanıyanların, onun ''güvenlik kuvvetlerince öldürülmüş olabileceği'' ihtimalini hesaba katmaları için yeteri kadar neden var. Her şeyden önce gördüğü bir bekçiye bile reaksiyon gösteren İmam dayının bu reaksiyonunun daima öldüresiye dayak ve işkencelerle sonuçlandığını biliyoruz. Aynı olayın bu kez dışarıda olmadığını yahut ''faili meçhul cinayetlerin'' son derece yaygın olduğu bir dönemde (1994) İmam dayının ''faili meçhule'' kurban gidip gitmediğini iyice araştırmadan peşinen ''intihar'' ettiğini varsaymak doğru olmaz. Ama bu ''intihar'' doğru olsa bile bunun bir çeşit ''cinayet'' olduğunu ve failinin Türk ceza ve adalet sisteminin bir parçası olan cezaevlerindeki işkence uygulamalarını gerçekleştirenler olduğunu unutmamak gerekir.
Birileri şöyle tarif ediyor İmam dayıyı:
16 yıl 2 günlük cezaevi süresinden sonra ancak 4 yıl dayanabildi. Bir gün evinden çıktı ve bir daha geri dönmedi.
"Yazdığım şiirleri bir gece
Ateşe verdim sessizce
Ne gelen vardı ne soran
Sonra sessizce köşeme çekildim..."
diye seslendi son şiirinde ve yalnızlık denizine ulaşmak için Seyhan ırmağının serin sularına bıraktı kendisini... düşüne, yoldaşlarına kavuştu...
İmam dayıyı onurlandırdıklarını düşünerek; onun kendisini yalnızlık denizine ulaşmak için Seyhan ırmağının serin sularına bıraktığını ve böylece düşüne, yoldaşlarına kavuştuğunuyazanlar aslında sadece şiirlerindeki ''söz''lerine bakarak onu, kendi algıladıkları gibi yorumluyorlar. Ne demiş Mevlana? ''Sen ne söylersen söyle, karşındaki anladığını anlar''. Bu arkadaşların anladığı İmam dayı bu! Oysa İmam dayının davası ne yalnızlık denizine ulaşma; ne de bu denizde düşüne, yoldaşlarına kavuşma değildi. O, düşüne, yoldaşlarına ''öte dünya''da kavuşmak yahut yalnızlık denizine ulaşmak için kendini Seyhan ırmağının serin sularına bırakmış değildir. Kendini yok etmekle sadece çektiğin acı ve ızdıraplardan kurtulursun; ama ''kurtulduğun'' (!) bu andan itibaren de ne yalnızlık, ne birliktelik denizi; ne düşler ne de yoldaşlar bu ''kurtulmuş'' için artık yoktur; çünkü kendisi ''yok'' olmuştur.
Bir başka yorumda ise şunlar yer alıyor:
Edebiyat dünyasında adı hiç bilinmeyen ve Adana'da hayata rest çeken şair, bir sabah evinden çıktı ve geri dönmedi. Uzun aramalardan sonra Seyhan Irmağı kıyısına vuran cesedi bulunan şair, "Moral Değerler Denizi" adını taşıyan tek şiir kitabında özgeçmişi hakkında şu bilgilere yer veriyor: "1950 yılında Malatya ilinin Akçadağ İlçesi'nin Kürecik nahiyesinin Şemşik köyünde doğdum. İlkokulu Şemşik'te okudum. Antep'te Atatürk Ortaokulu'nu bitirdim. Adana Erkek Lisesi'ni bitirdim. 1969 yılında İTÜ Müh. Mimarlık Fakültesi Elektrik Bölümü'ne girdim. 1973 yılında siyasi nedenlerden dolayı okulu bırakmak zorunda kaldım. 1974 yılında eylemlerden dolayı cezaevine girdim. Müebbet hapis cezası aldım. TH.?.O davasından 16 yıl 2 gün içerde yattım." Deniz Gezmiş'lerin yol arkadaşı olan şairin Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu'nu (THKO) kitabında neden T.H.?.O şeklinde yazdığı ise dikkat çekicidir. Çünkü bu "soru işareti" çözümün kendisini, sorunun kendisine dönüştüren (kurtuluş / emansipasyon problemi) ve eleştirel düşüncenin her dönem yeniden kurguladığı -kurgulamak zorunda kaldığı "problematiğin" simgesidir aynı zamanda. Şairin, 1970 ve 1980 yıllarındaki iki askeri darbenin ölüm evlerine dönüştürdüğü cezaevlerinde 16 yıl 2 gün direnmesi bu problematiği kendince kurgulanmasıdır. Şair, "İnsanoğlu Yalnızlık Limanında" adlı şiirinde "İnsan yalnızlığı ile mutlu olabilir mi?" diye soruyor. Yine kendisi yanıtlıyor sorusunu: "Yalnızlık denizi seni yutarken / Yasamaya çabalamalısın dostum / Bir yıkılmaz duvar olmalısın..." Kendi yıkılmaz duvarını yıktı İmam Aygün. Artık hayatın kendisine yakışmadığını düşünerek, Seyhan Irmağı’nın serin sularına sakladı kendisini ve geride "yalnızlıklardan ördüğü şiirini" bıraktı. "Yazdığım şiirleri bir gece / Ateşe verdim sessizce / Ne gelen vardı ne soran / Sonra sessizce köşeme çekildim..." diyen şair, bir devrimci gibi yaşadı, sevdiklerini geride bırakarak, kendi ölümüne karar verirken de bir devrimci gibi davrandığını düşünüyordu.
İmam dayının kendi ölümüne karar verdiğini ve hayatın kendisine yakışmadığını düşünerekböyle bir karara vardığını; o yüzden hayata rest çektiğini yazan kalem sahibi İmam dayıyı güzel kelimelerin zincirleriyle boğarak öldürdüğünün farkında biri olmalı. Peki derdi ne? Burası bize lazım değil; bunu yaparken bir bildiği vardır zaar hazretin. Ama İmam dayı hayatın kendisine yakışmadığını eğer ruhsal çöküntü içinde değilse neden düşünsün; neden hayata rest çeksin. O, hayatı değiştirmek, daha güzel kılmak için kavga veriyordu; derin bir ruhsal krizde değilse hayattan neden vazgeçsin?
Bu kalemşorumuz İmam dayının THKO derken K harfi yerine ''soru işareti'' koymasını da gerçek özünden saptırıp bu "soru işareti" çözümün kendisini, sorunun kendisine dönüştüren (kurtuluş / emansipasyon problemi) ve eleştirel düşüncenin her dönem yeniden kurguladığı -kurgulamak zorunda kaldığı "problematiğin" simgesidir derken de laf kalabalığı içerisinde kafa bulandırmaktan başka şey yapmıyor. İmam dayının ''soru işareti''ne dönüştürdüğü ''Kurtuluş'' her şeyden soyutlanmış kendi başına bir KURTULUŞ değildir. O, THKO'lu olarak devrime katılmış, THKO’lu olarak yürümüş ama zamanla THKO’luların Kurtuluş Savaşı’ndan vazgeçip birer küçük ''ordu''ya(!) dönüştüklerini görmüş; bunu hazmedememiştir. Yoksa ortadaçözümün kendisini, sorunun kendisine dönüştüren bir zafer problematiği meydana gelmiş değildir. Büyük ideallerle, büyük zaferler için yola çıkmış THKO'nun bu ideallerinin yerine konan küçük idealler içindeki tarikatlaşmalara öfkesini vurgulamaktadır. İmam dayı sosyalizm için savaşırken önce silah arkadaşlarının Sovyet sosyal emperyalizmi teziyle sosyalist sisteme karşı çıkmasından rahatsız olmuştur. THKO'dan kaynaklanan diğer gruplar da İmam dayının düşündüğü THKO'yu takip ve temsil etmekten uzaktır. Bu durumda olmayan; başka bir deyişle bizzat sahipleri tarafından öldürülen bir THKO'nun en önemli sıfatı olan Kurtuluş'un yerine (?) koymaktan daha doğal ne olabilir. Kurtuluş bir ''soru işareti''ne dönüşünce geriye THKO'dan hiçbir şey zaten kalmaz; sadece belli belirsiz, uzak bir hatıra kalır.
İmam dayıyı bir devrimciden ziyade bir şair olarak ele alan bu arkadaşlar onun cezaevlerinde 16 yıl 2 gün direnmesi bu problematiği kendince kurgulamasıdır derken de sap yiyip saman öğütmekten başka bir şey yapmıyorlar; 16 yıl cezaevinde direnmenin ÇÖZÜMÜN KENDİSİNİ, SORUNUN KENDİSİNE DÖNÜŞTÜREN PROBLEMATİK’le (sapır sapır döktürmekten başka) ne alakası var?
İmam Aygün bir şairden ziyade bir devrimcidir. Duygularını ve düşüncelerini şiirle ifade etmeye çalışmış bir devrimci. Ama o, şiiri yazan şair değil, yaşayan devrimcidir; şiir gibi yaşamış olması onun iyi şair olduğu anlamına gelmez. Şiirlerinin değeri, onların sanatsal yönünden ziyade içlerinde sakladıkları anlamda, yani İmam dayının anlatmak istediklerindedir. Bunun içinde ise hayata rest çekmek değil hayatı değiştirmek esastır.
İmam dayı, devrimci mücadeleye 68 gençliğinin coşkusu içinde katılmış Kürecikli bir devrimcidir. Onun devrimciliğe başladığı dönemlerde daha hiçbir silahlı direniş hareketi bile başlamamışken Malatyalı devrimciler şehitler veriyorlardı. 1960'ta Turan Emeksiz katledilmişti. 68 - 69'da bunu başkaları takip etti. İmam dayının köylüsü Niyazi Tekin başta olmak üzere Battal Mehetoğlu,Mehmet Büyüksevinç ve adları şu anda hatırıma gelmeyen devrimciler polis ya da ''ülkücü'' faşist kurşunlarıyla şehit edildiler. THKO ve TİKKO kır gerillasına başlarken Kürecik ve Balyan köylerini başlangıç noktası olarak boşa seçmemişti.
İş Bankası Ceyhan soygununa katılanların çoğu Malatyalıydı. Bunlar daha sonradan Halkın Kurtuluşçusu oldular. Yani İmam dayı aynı zamanda sömürü ve zulme karşı Malatya halkının direniş temsilcilerinden biridir ve yaşamının sonuna kadar bu sıfata layık kalmıştır. İntihar etmiş olduğu kesin değildir ve kesin bir gerçek gibi ısrarla ileri sürülmemeli; ölümünün ardındaki sır tam olarak aydınlatılmalıdır. Kaldı ki intihar etmiş olsa bile bunun çarpıtılarak başka anlamlara büründürülmesi doğru değildir. Esas olan İmam dayının sonuna kadar direndiği, bir devrimci olarak can verdiğidir.